Uzun zamandır yazmıyorum fakat son bir yıldır bir yandan işlerin yoğunluğu, bir yandan çoluk-çocuk, bir yandan COVID-19, bir yandan taşınma derken birşeyler yazmaya pek vakit bulamadım. Aslında “draft” klasörümde yarım kalmış 4 tane yazı var fakat Medium gibi sitelerde sıkça gördüğümüz 100-200 kelimelik yazılardan nefret ediyorum, yazım mümkün olduğunca kapsamlı olsun istiyorum. Böyle olunca da bir yazıya epey vakit ayırmam gerekiyor, çoğu zaman da bitiremeden aklım başka yerlere kayıyor.

Gelgelelim, bu yazıyı yarım da olsa yayınlayacağım ve mümkün olduğu kadar güncelleyeceğim. Çünkü hem bir nevi günlük görevi görsün istiyorum, hem de kendime başvuru kaynağı olsun. Bencil isteklerimin ötesinde gelecek planları yapan genç arkadaşlara yardımının dokunması gibi “philanthropist”1 bir amacım da var açıkcası, çünkü bu yazımda İrlanda’ya nasıl yerleştiğimden bahsedeceğim ve bu aralar pek çok gencin yurt dışına yerleşme arayışı içerisinde olduğunu biliyorum. Yalnız önden belirteyim, ben iş bulduktan sonra taşındım buraya. Dolayısıyla dil kursu, Ankara anlaşması vb. yollardan yerleşmek bu yazının konusu değil.

İrlanda’da İş Bulmak

Yalan yok, ben aslında İrlanda’da iş bakmıyordum. Hatta yurt dışında iş bulabilmek için pek çaba sarfettiğim bile söylenemez. Önceki çalıştığım şirketin Londra ofisine geçmek için birkaç kez talepte bulundum aslında, ama İstanbul ofisinde daha faydalı olacağım belirtilip bu talebim reddedilince olabilecek en minimal eforla iş bakmaya başlamıştım. Fakat COVID’den dolayı ülkeler karantinaya girmeye başlayınca artık şansım kalmadı diye düşünüyordum ki, çok yanılıyormuşum! Sadece bir ay içerisinde 6 farklı ülkeden teklif geldi! Üstelik hiçbirine ben başvurmamıştım bile. Zannedersem evinde kalmaya başlayan insanların oyunlara sarması, firmaların da evden çalışmanın aslında sürdürülebilir bir sistem olduğunu farketmeleri ve ağlarını daha geniş atmaya başlamaları benim gibi yazılımcılar için müthiş bir fırsat olmuş olabilir.

Fakat elbette şans kapıyı kırdığında eğer don atletle yakalandıysanız kendinizi Mülayim Sert gibi “vakitsiz gelen paranın içine eder”2 bir durumda bulabilirsiniz. Dolayısıyla hazırlıklıydım. Linkedin profilimi eksiksiz doldurmuştum, zaten sık sık güncelliyordum. Sağdan soldan gelen bağlantı taleplerini şu kıstaslara göre kabul ediyordum:

  • Unvanı “head hunter”, “İK”, “işe alım uzmanı” veya benzerleri ise istisnasız kabul et.
  • Aynı sektörde değilsek, 500’den az bağlantısı varsa, en az bir doğrudan tanıdığım bağlantımız yoksa reddet, aksi halde kabul et.
  • Aynı sektörde isek, 100’den az bağlantısı varsa, en az bir doğrudan tanıdığım bağlantımız yoksa reddet, aksi halde kabul et.

Şimdi böyle bakınca çok saçma kıstaslar gibi görünebilir fakat bu sayede ağım tam olarak istediğim gibi şekillendi: ya gerçekten tanıdıklarım, ya sektörde bilinen insanlar, ya da benim gibileri arayan insanlar. Evet, işe alım uzmanları bir yerden sonra çok rahatsız ediyorlar, doğru. Paylaşımları ortamı iyice Facebook’a çevirdi, doğru. Fakat şöyle de bir gerçek var ki işini gerçekten iyi yapanla kötü yapanı yalnızca bir bağlantı isteğinden ayırt etmek çok zor, ki iyi iş teklifinin kimden geleceği de pek belli olmuyor. Benim durumumda da böyle oldu. Doğrudan benimle iletişime geçen oyun firmalarının kendi işe alım uzmanlarındansa bana öylesine bir teklifte bulunan bir head hunter sayesinde buldum şu anki işimi. Aslında değerlendirdiğim, hatta teklif aşamasına geldiğim başka pozisyonlar vardı. O headhunter bana “DIGIT diye bir firmada şöyle bir pozisyon var, ilgilenir misin” diye sorduğunda, “hiç duymadığım bir firma, niye gideyim ki bunlara, konuşayım ego şişireyim biraz” diye düşünmüştüm. Fakat tam tersi bir durum oldu. Diğer firmalar teklif aşamasına ya bir türlü geçemediler, ya da teklifleri epey düşük kaldı. O sırada DIGIT’le yaptığım görüşmeler çok planlı bir şekilde son aşamaya geldi, o görüşmeler sırasında da yaptıkları mühendislikten çok etkilendim ve önceki düşüncelerimden de biraz utandım. Şu gün teklif yapacağız deyip gerçekten de tam olarak o gün teklif yapınca hanımla oturduk konuştuk. Diğer seçenekler benzer maaşlarla, İsveç, Almanya ve Fransa’ydı. Teklifin İngilizce konuşulan ve Avrupa Birliği üyesi olan bir ülkeden geldiğini ve diğerlerinden düşük bir pozisyona aynı maaşı verdiklerini de göz önünde bulundurarak (pozisyon yükseldiğinde maaşın diğerlerine göre daha yüksek olacağını düşünerek), DIGIT’in teklifini kabul etmeye karar verdik. Çalıştığım şirkete teşekkürlerimi sunarak 24 Nisan’da istifamı verdim ve 25 Haziran’da ayrılmak üzere anlaştık.

İrlanda’da İşe Başlamak

Önceki başlıkla bunun arasında ne fark var diyebilirsiniz, fakat işi bulmakla işe başlamak gerçekten çok farklı tecrübeler, çünkü işi kabul ettikten sonra başlayabilmek için yapılacak tonla iş var.

Çalışma İzni

İlk olarak sözleşme imzalıyorsunuz ve daha sonra Critical Skill Permit’e başvuruyorsunuz. Critical Skill Permit yetenekli bireylerin ülkeye getirilmesi için İrlanda devletinin çıkardığı bir çalışma izni türü. İrlanda bu izni bol kepçeden dağıtıyor çünkü en basit haliyle İrlanda’nın ekonomisi büyüyor ama ülkenin nüfusu bu büyümeyi karşılayacak kritik yeteneklere sahip kişileri barındırmıyor3. Bu izni alabilmek için iddia ettiğiniz yeteneklere sahip olduğunuz ispatlamanız isteniyor. Kıstasları tam olarak bilmiyorum açıkcası, fakat bana söyledikleri şuydu: “elinde ne varsa gönder”. Ben de tüm diplomalarımı ve detaylı SGK dökümümü (yeminli tercümanın İngilizce’ye çevirdiği halini) gönderdim, 6 hafta sonra da iznim çıktı. Söylediklerine göre bu süreç aslında 12 haftayı bulabiliyormuş, COVID’den dolayı bazı işlemleri hızlandırmışlar. Ben ihbar süremi bu iznin çıkmasını bekleyerek değerlendirdim.

PPS

Critical Skills Permit’i aldıktan sonra PPS (Personal Public Service) numarası almanız ve İrlanda’da bir banka hesabı açmanız gerekiyor. PPS numarası İrlanda’daki tüm yasal işlemleriniz için kullanacağınız kimlik numarası gibi birşey. Bizim kimlik numarasından farklı olarak vatandaş olmanıza gerek yok, vergi veriyor olmanız yeterli. Başvurusu da oldukça kolay, PPS numarası için başvuru formunu doldurup şirketinizden alacağınız orada çalıştığınızı gösteren bir belgeyle birlikte PPSN@welfare.ie adresine gönderiyorsunuz ve PPS numaranız yaklaşık 3-4 hafta sonra adresinize geliyor.

Banka Hesabı

Çalışma izniniz ve PPS numaranız varsa artık çalışmaya başlayabilirsiniz, fakat maaşınızı alabilmek için banka hesabı açmalısınız. Avrupa Birliği vatandaşı olmadığımızdan dolayı bankalar bize kolay kolay hesap açmıyor, bunun için İrlanda’da bir adres istiyor. Eğer kısa süre içerisinde İrlanda’ya taşınacaksanız, geçici bir adresi de kabul ediyorlar ama 8 hafta içerisinde kalıcı adres beyanında bulunmanız lazım. Ben işe başladığımda henüz vizem bile olmadığından (COVID’den dolayı vize başvuru merkezi süresiz olarak kapalıydı) hesap açtıramadım ve Enpara hesabımı kullandım. İrlanda’ya yerleşene kadar şirketim maaşımı SWIFT’le gönderdi, her transferde yaklaşık €25’luk bir kesinti oldu ama aynı gün içinde de elime geçti. Bu kısım bizim için oldukça eğlenceli oldu, Euro kazanıp TL harcarken epey bir para biriktirmiş olduk.

İrlanda’ya Taşınmak

İşte zurnanın zırt dediği yer. Ben normalde taşınmayı hiç sevmem, uluslararası taşınma stresi beni mahvetti. Hele bir de çocuk olunca düşünmeniz gereken çok şey oluyor. Ama herşeyden önce vize almak gerekli.

Vize

Öncelikle hangi vizeye başvuracağınızı bilmeniz gerekiyor. İrlanda’da çalışan kişi olarak siz Long Stay - Multi Entry - Employment vizesine başvurmalısınız. Aileniz de sizinle gelecekse Long Stay - Multi Entry - Family Union vizesine başvurmalı. Biz aracı kurum kullanmadan başvurduğumuz için ben eşimin ve kızımın vizesini de çalışma vizesi olarak doldurmuştum. Neyse ki başvuru merkezinde düzelttiler, fakat aile vizesinde istenen dokümanlar eksikti. Koşa koşa çıktık, arabamıza atladık, İstanbul’un yarısını gezip evrakımızı tamamladık, İngilizce’ye tercüme ettirdik (eşimin işi dolayısıyla yeminli bir tercümanla çalışıyor olması ve aralarının iyi olması çok işimize yaradı) ve iki saat sonra başvuru merkezi kapanmadan geri döndük. Ücretimizi ödedik ve başvurumuzu tamamladık. Yaklaşık 1.5 ay sonra da vizelerimiz geldi. Tüm bu süreçte bizim başımızı yakan bazı noktaları paylaşmak istiyorum:

  • Kendiniz için çıkardığınız evrakın aynılarından eş ve çocuk için de istiyorlar. Ailenizle taşınıyorsanız mutlaka banka hesap dökümü ve vize davetiyelerini aileniz için de çıkarttırın.

  • Tüm dokümanların birer kopyasını bulundurun. Her başvurudan iki tane olsun. Hiç olmazsa fotoğrafını çekin, bir yerlere kaydedin, mutlaka lazım oluyor.

  • Evliyseniz evlilik cüzdanınızın aslını da istiyorlar (fotokopisi yetmiyor). Bu bilgi hiçbir yerde yazmıyor.

  • Çocuğunuz varsa çocuğunuzun sizle olan bağını ispatlamanız gerekiyor, bu da tam vukuatlı nüfus kayıt örneğiyle oluyor. Bu dokümanın hem Türkçesi hem İngilizcesi gerekiyor, mutlaka tercüme ettirin (ikinci maddede belirttiğim kopyasının sonradan lazım olacağı dokümanlardan biri bu, aklınızda bulunsun).

  • Çocuğun tam vukuatlı nüfus kayıt örneği yalnızca E-Devlet’ten çıkartılabiliyor fakat 18 yaş altı çocuklara şifre almak için Nüfus Müdürlüğü’ne başvurmanız gerekiyor, internetten alamıyorsunuz.

  • Vize ücreti tüm hizmet bedelleriyle birlikte kişi başı €131 tutuyor. Ben nakit ödedim, çünkü başvuru merkezinin sitesinde kredi kartı kabul edilmediği yazıyordu, fakat gittiğimde bazı kişilerin kredi kartıyla ödediklerini gördüm (yalnız bunlar başka ülkeler olabilirler, siz yine de yanınızda nakit bulundurun, hiç olmazsa İrlanda’ya gelince kullanırsınız).

  • Daha önce başka ülkelerden vize almış olsanız da 6 aylıktan uzun vizelere başvurmayın. Her halükarda ilk vize 6 aylık çıkıyor. Ayrıca unutmayın, İrlanda Schengen’e dahil değil, Schengen’iniz varsa bile vize almalısınız ve alacağınız bu vizeyle Avrupa’yı dolaşamıyorsunuz.

Evi Boşaltmak ve Nakliye

İrlanda’ya taşınırken en çok stres olduğumuz konulardan biri de eşyaların nakliyesi oldu. Eşyalarımız bulacağımız eve sığar mı, elektrikli aletlerin fişleri prizlere uyar mı, bu kadar eşya gitse sonra geri gelmemiz gerekse nasıl gelir ve en önemlisi bunca eşyayı 4000km öteye göndermek bize kaça patlayacak gibi düşünceler epey uykumuzu kaçırdı. Hanımla oturduk konuştuk, eşyaların büyük kısmını elden çıkarmaya karar verdik. Zaten yurt dışı tekliflerini değerlendirmeye başlamadan önce ev bakıyorduk ve yeni evimize yeni eşyalarla geçmeyi planlıyorduk. Eski eşyaları taşımak için para verip bir de taşındığımızda yeni eşyalara para vermek istemedik. Beyaz eşyaları, salonun takımlarının tamamını, gardropları ve yatağımızı alması için bir spotçuyla anlaştık. Zaten İrlanda’da eşyasız olarak kiraya verilen evlerde bile beyaz eşyalar oluyor genelde. Eksikleri de biz tamamlarız dedik. Spotçu taşınma gününden bir gün önce geldi, eşyalarımızı oldukça cüzi bir fiyata aldı götürdü. Biz evde eşya kalmadı, artık kolay taşınırız diye düşünüyorduk ki ertesi günü uluslararası nakliyeciler geldiğinde evden irili ufaklı tam 84 koli çıktı! Neyse ki biz hiçbir şeye elimizi sürmedik4. Esen Nakliyat‘tan başlarında oldukça genç bir hanım olan 6 kişilik bir ekip geldi, tüm eşyalarımızı (kendi yaptığımız bir-iki koliyi bile!) kolilere koydu, kolileri defalarca kez bantlayıp numaralandırdı ve envantere işleyip kamyona taşıdı. Bütün işlemi 2 saatte bitirdiler. O zamana dek hep kendileriyle çalışmak istemiş (son 10 yılda 6 kez taşındık) fakat tarifelerinin pahalılığı nedeniyle çalışamamıştık. Taşınma masraflarının büyük bir kısmını şirketim karşıladı, bu vesileyle profesyonel bir ekip nasıl çalışıyormuş onu da görmüş olduk. Yalnız ufak bir not: eşyalar gemiyle nakliye ediliyor ve bu işlem 26-30 gün arası sürüyor (liman trafiğine bağlı olarak belki daha bile uzun). Yani eşyalarınıza bel bağlamayın, ihtiyacınız olabilecek şeyleri yanınıza alın.

Ev Bulmak

Çalışma izninizi, vizenizi aldınız, eşyalarınızı yollayıp bir Airbnb ayarladınız (veya bizim durumumuzda olduğu gibi şirketiniz geçici bir servis apartmanı5 ayarladı) uçağınıza atlayıp İrlanda’ya geldiniz. Zorlu süreç geride kaldı diye düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz çünkü zorluklar asıl şimdi başlıyor: İrlanda’da ev bulmak gerçekten çok zor. Evler küçük, eski ve pahalı6. Böyle olmalarına rağmen çok hızlı gidiyorlar. Başvuru yaparken de telefonla aramayı kabul etmiyorlar, bilgilerinizi ve niyetinizi içeren bir e-mail atıyorsunuz, onlar da sıradan cevap veriyorlar. Sabah eklenen bir ilana öğlen bakıyorsanız sizden önce 500 kişi incelemiş ve başvuru yapmış oluyor, sıra size gelene kadar ilan yayından kalkıyor. İlk günlerde yaptığımız 30 küsür başvuruya cevap dahi gelmedi. Neyse ki sonradan işin sırrını öğrendik, bu sefer de cevaplar yağmur olup yağdı, günde 3 ev bakmaya başladık ve kısa sürede beğendiğimiz bir ev bulduk. Bu konuda tavsiyelerim şu şekilde olacak:

  • daft.ie‘ye kayıt olun ve e-mail bildirimlerini açın (yeni eklenen ilanlar posta kutunuza düşüyor, böylelikle ilk başvuran olabiliyorsunuz).
  • Adınızı soyadınızı, nerede çalıştığınızı, kaç para kazandığınızı (evet, burada maaşınızı doğrudan soruyorlar), kiralayacağınız evde kaç kişi kalacağınızı, evcil hayvanınız olup olmadığını (evcil hayvan seçeneklerinizi epey azaltıyor) içeren bir taslak hazırlayın. Beğendiğiniz bir ilan görünce hemen bu taslağı ilan üzerinden e-mail olarak gönderin.
  • Taslağınızda bir yıllık sözleşme yapabileceğinizi, banka hesap özetlerinizin7 ve iş referanslarınızın8 hazır olduğunu belirtin.
  • Eğer benim gibi bir teknoloji firmasında çalışıyorsanız bunu mutlaka belirtin9.
  • Sizi aradıklarında mutlaka evi görmek için randevulaşın. Fotoğraflara kanıp aldanmayın, bazı evlerin ne kadar eski olduğu gidip görülünce anlaşılıyor.

Oturma İzni

İrlanda’ya ilk geldiğinizde vizeniz ne kadar uzun süreli olursa olsun göçmenlik polisi pasaportunuza 90 günlük geçici oturma izni işliyor ve daha uzun süreli kalmak istiyorsanız göçmenlik bürosuna kayıt olup oturma izni almanız gerekiyor. Eğer Dublin dışında oturuyorsanız oturma izni almak oldukça kolay. En yakın Garda10 karakoluna pasaportunuz ve çalışma izninizle başvuruyorsunuz ve izninizi alıyorsunuz. Fakat bizim gibi Dublin’de oturuyorsanız durum biraz sıkıntılı; izin yalnızca Burgh Quay Registration Office‘ten alınıyor ve bunun için de online randevu sisteminden randevu almanız gerekiyor. Sıkıntı olan şey o randevuyu alabilmek işte, sistem 3 aylık periyotlar halinde randevu açıyor ve genelde hemen kapanıyor. Pandemiden dolayı yoğunluk arttığı için randevu alabilmemiz epey zor oldu. Yaklaşık 2 hafta boyunca her gün saat 10:00 ve 14:30’da 45 dakika boyunca sisteme abandım (söylentilere göre sabah 10’da, sitelerine göre öğlen 14:30’da yakın dönemli randevular açılıyor). Artık oturma iznimiz dolacak, bizi sınır dışı edecekler diye düşünüyordum ki yine böyle sisteme yüklendiğim bir günde yaklaşık 10 tane randevu açıldı, hemen 3 gün sonrasına alabildim bir tane (normalde iki-iki buçuk ay sonrasına bulmak mucize sayılıyor). İyi haber, ofis akşam 9’a kadar açık; kötü haber, göçmenlik bürosu bizim devlet dairelerini mumla aratıyor. Hele bizim gibi randevunuzu saat 4’e alıp mesai değişimine denk gelirseniz hiçbir şey yapmadan oturan memurları sizi oturttukları yerden izleyebilirsiniz. Neyse ki işlemin kendisi 10 dakika sürüyor, önden bir kağıda adresinizi yazmanızı istiyorlar, pasaport, çalışma izni ve sağlık sigortanızı (mutlaka sigortanız olsun!) kontrol edip pasaportunuza oturma izninizin numarasını işliyorlar. Birkaç gün sonra da o numaranın yazılı olduğu IRP (Irish Residency Permit) kartınız adresinize geliyor. Bizimki geldiğinde omuzlarımdan on tonluk bir yük kalkmıştı. Siz de benim gibi böyle strese girmek istemiyorsanız yapmanız gerekenler çok basit:

  • Mümkünse İrlanda’ya gelmeden o randevuyu almaya çalışın. Yalnızca pasaport numaranızla randevu alabiliyorsunuz.
  • Randevu almak için sistemi otomatik olarak yoklayan ve randevu açıldığında bildirim gönderen bir Chrome eklentisi var. Bazıları çok öneriyor, ben önermiyorum. Girdiğiniz bilgileri topladığını ve bir şekilde kullandığını düşünüyorum. Ben denedim ve açıkcası bildirimleri aldığımda ben randevuyu çoktan almıştım bile. Sayfayı otomatik doldurmak için bir form doldurma eklentisi (arada sayfanın geçerliliği bitebiliyor ve formu tekrar doldurmak gerekiyor) yükleyin ve her gün saat 10:00 ve 14:30’da “Find appointment” butonuna tıklayın (ve yarım saat boyunca tıklamaya devam edin).
  • Randevuyu aldığınıza dair bir e-posta gelecek, onun çıktısını yanınızda götürün (dışarıda sıra oluyor, o çıktıdaki saate göre içeri alıyorlar).
  • Randevuyu sabah erken saatlere alın, mesai değişimlerine denk gelmeyin.
  • Yanınızda tükenmez kalem götürün (adres yazmak için lazım olacak, pandemi döneminde başkalarının dokunduğu kalemleri kullanmayın, neme lazım :))
  • Mutlaka sağlık sigortası yaptırın ve poliçenizi yanınızda götürün.
  • Oraya bizim gibi arabayla gitmeyin, gidecekseniz de oldukça erkenden gidin. Yakın çevrede park edecek yer yok ve trafik çok.

İrlanda’da Yaşam

Epey uğraştık fakat artık arkamıza yaslanıp biraz keyfini sürme zamanı. Sandığımızın aksine hayat İrlanda’da çok da farklı değil. Evet belki köşede bakkal yok, yola adımınızı atmadan önce de sola değil sağa bakmanız gerekiyor ama kısa sürede alışılamayacak bir kültür farklılığı yok.

Telefon ve İnternet

İrlanda’da Vodafone, Virgin, GoMo, Three, 48 ve Eir telefon hizmeti sağlıyor. Türkiye’deyken hanımla Vodafone kullanıyorduk fakat buradaki Vodafone tarifelerini pahalı bulduk. 48 diye daha çok gençlere yönelik hizmet sunan ve Three’nin altyapısını kullanan operatörün tam da biz geldiğimiz ay bir kampanyası vardı. Ön ödemeli (faturasız - kontörlü) hatlarda sınırsız arama, sınırsız mesajlaşma ve 100GB internet aylık €7.99’ydu. Bizim Türkiye’deki kullanımlarımızla karşılaştırınca bu tarife bize uygun göründü ve internetten SIM card siparişi verdik, iki gün sonra da elimize geçti. Şimdilik memnunuz, kapsama alanı sorunu yaşamadık ve 100GB internet de oldukça yeterli (evde zaten kablosuz internet var). Fakat henüz üç park ve yeni evimiz dışında bir yere gitmediğimizi göz önünde bulundurunca kesin bir karara vermek için çok erken.

İnternet için de Vodafone, Virgin, Sky ve Eir var. Biraz araştırdım, Vodafone, Sky ve Eir aynı telefon altyapısını kullanıyormuş. Dolayısıyla hizmetlerini tam olarak sunabildikleri yerler kısıtlı. Örneğin benim eve en fazla 80Mbps hız verebildiler. Fakat Virgin televizyon altyapısını kullanıyor ve hizmet alanı daha geniş. Ben Virgin’den içinde televizyon, 250Mbps internet ve ev telefonu olan Big Bundle paketini aldım, aylık €69. İleride internet hızını belki daha da yükseltebilirim ama Türkiye’deki cılız ve limitli internetten sonra sınırsız 250Mbps bile fazla geldi, şimdilik gayet memnunum.

Elektrik, Su, Doğalgaz

Öncelikle iyi haber: İrlanda’da su bedava. Evet, evde musluktan akan su için hiç para vermiyorsunuz. Bir aralar sembolik de olsa bir ücret alınması gündeme gelmiş, fakat hemen reddedilmiş. Kötü haberse elektrik ve doğalgaz oldukça pahalı. Enerji şirketleri yalnızca elektrik sağlayanlar veya hem elektrik hem doğalgaz sağlayanlar olarak ikiye ayrılıyor ve evinize birden fazla firma hizmet verebiliyor (örneğin İstanbul Anadolu yakasında olduğu gibi Enerjisa Ayedaş’a mecbur değilsiniz). Bizim ev sahibimiz SSE Airtricity’yi kullandığı ve halihazırda aboneliği olduğu için bize orayı tavsiye etti (böyle de bir şey var, abonelik iptal olmuyor, evde kim oturuyorsa ona devrediliyor). Ev sahibimin verdiği MPRN (elektrik aboneliği) numarasıyla telefonda yaklaşık yarım saatlik bir görüşme sonucunda aboneliği üzerime aldım. Sitelerindeki hesaplama aracına göre yıllık masrafımız €1600 (aylık €133) civarında olacak. Henüz ilk faturayı bile görmedik, bakalım dedikleri gibi olacak mı?

Evet, faturalarımız sonunda geldi. Geç gelmesinin sebebi faturaların iki aylık kesiliyor olmalarıymış. Kasım-Aralık faturası €480, Ocak-Şubat faturası €430 (elektrik ve doğalgaz birlikte). Şu anda aylık ortalama €227 civarında. Umuyorum ki yaz aylarındaki harcamayla ortalamaya yaklaşacağız ama yine de hesaplama aracının çıkardığı masraftan fazlasını yapacakmışız gibi geliyor. Sayaçları kendiniz okuyor ve sisteme kendiniz giriyorsunuz. Apartman dairelerinde durum farklı olabilir elbette, biz müstakil bir evde oturuyoruz. Yılda bir kere bir görevli gelip sayacı doğru okuyup okumadığınızı kontrol ediyormuş. Doğalgaz görevlisi iki kere geldi fakat elektrik görevlisini henüz görmedik.

Çöp

Çöp için ayrı bir başlık açtım, çünkü Türkiye’de bizim ücretsiz faydalandığımız çöp toplama hizmeti İrlanda’da ücretli ve oldukça zahmetli! Eğer bir apartmanda oturuyorsanız büyük ihtimalle apartmanın bir aboneliği zaten var ve çöp toplama ücreti de kiranıza dahil (dahil değilse aidat gibi aylık olarak ödemeniz gerekiyor). Ama müstakil bir evde oturacaksanız kendinize bir servis sağlayıcı seçiyorsunuz, aylık çıkaracağınız çöp miktarına göre de bir tarifeye abone oluyorsunuz. Örneğin biz The City Bin Co’nun standart paketine abone olduk, aylık 42 kg’a kadar çöpü €18’ya topluyorlar, 42 kg üstünde her 1 kg çöp için 30 cent alıyorlar (evet, toplarken tartıyorlar). Üstelik fiyatlar bulunduğunuz bölgeye göre değişiyor (kırsal kesimlerde daha pahalı olabiliyor). Abone olduktan sonra size 3 tane çöp kutusu getiriyorlar. İşte zahmetli dediğim kısım da burada başlıyor; tüm çöplerinizi uygun bir şekilde ayrıştırmalı ve doğru kutulara atmalısınız11. Örneğin geri dönüşüm kutusuna organik bir çöp atarsanız çöp toplayıcınız size ceza kesebiliyor. Bir de bunun üstüne çöp kutularını doğru günde taşıma yerleri dışarı bakacak şekilde kaldırıma çıkarmalısınız yoksa almadan gidiyorlar.

Alışveriş

Geldiğimizden beri karantinada olduğumuzdan yalnızca yiyecek içecek alışverişi yapabildik ve şimdiye kadar genellikle eve sipariş şeklinde yaptık. Fakat Noel döneminde uzun süreli bir tatile girince kısıtlamaların da hafiflemesiyle birlikte bir araba kiraladım ve şehir merkezinden uzaktaki marketlere gidip bir iki kez alışveriş yapabildik. Avrupa’nın her yerinde görebileceğiniz Tesco, SuperValu, Aldi, Lidl, Spar ve Dunnes burada da var. İçlerinden Aldi ve Lidl nispeten BİM havası veriyor: her şey oldukça ucuz, ürünler doğrudan kolilerinin içinden satılıyor, çok alakasız ürünler (mesela mikroskop) kısıtlı miktarda stoklara giriyor ve bitince bir daha gelmiyor. Yalnız BİM’den farkı kendi markalı ürünleri BİM markalı ürünlere göre çok daha kaliteli. Mesela Lidl’ın bir tropik meyve suyu var, muhteşem bir tadı var, içinde meyveden başka hiçbir şey yok ve fiyatı da €1.40. Bu durum diğer marketlerde de geçerli. Bizim en çok kullandığımız market SuperValu oldu (çünkü evimize yürüme mesafesindeki tek market SuperValu). SuperValu’nun da kendi markalı ürünleri çok kaliteli ve uygun fiyatlı. Dunnes’dan iki kez alışveriş yapabildik, her €50’luk alışverişe €10’luk indirim fişi verdi ki €100’ya bir çocuklu bir ailenin bir haftalık alışverişinin yapılabildiğini düşünürseniz o paraya epey birşey alınabiliyor. Zaten genel olarak herşey çok ucuz, bizim ülkemizde sebze meyve daha ucuz diyenlere bakmayın, fiyatlar Türkiye’yle yarışır cinste ve buranın şöyle bir farkı var: aldığınız hiçbir ürünü seçmek zorunda değilsiniz, elinizi neye atsanız en kalitelisi geliyor. Tüm sebze-meyvenin üzerinde Class 1 yazıyor ve üzerlerinde en ufak bir çürük veya yara göremezsiniz, hepsi yağlı boya tablosundan fırlamış gibi. Bifteğin kilosu yaklaşık €11, somonun kilosu yaklaşık €16, tavuğun kilosu yaklaşık €10. Zaten bir süredir viral olan fiş paylaşımlarından görmüşsünüzdür bu fiyatları.

11 Ocak 2021 tarihli SuperValu alışveriş fişimiz 11 Ocak 2021 tarihli SuperValu alışveriş fişimiz

Tüm marketler aşağı yukarı benzer durumlarda. Yalnız iki marketi ayırmak istiyorum. Birincisi SPAR. Tüm şubeleri kendi aralarında çok tutarlı bir şekilde felaket. Çalışanları olsun, ürün çeşitliliği olsun, müşteri profili olsun böyle bir Avrupa ülkesine hiç yakışmıyor. İkincisi ise Fresh, fakat SPAR’ın tam tersine. Bizdeki Macrocenter veya Carrefour Gurme seviyesinde bir market Fresh. Başka hiçbir yerde bulunmayan markalar ve ürünler burada bulunabiliyor fakat tahmin edebileceğiniz gibi fiyatlar çok pahalı. Yine de arada ufak şımarıklıklar yapmak için uğranabilir.

Ulaşım

Ehliyetimi halen daha alamadım fakat birinci yılımızı doldurmamıza yakın artık bu konuda birşeyler söyleyebilirim sanırım. Zaten COVID-19 kısıtlamaları kalkalı çok olmadı, daha yeni yeni gezmeye başladık.

Öncelikle trafik tersten akıyor. Yayayken bile dikkat etmek gereken bir konu bu, çünkü karşıdan karşıya geçerken önce sola değil sağa bakmak gerekiyor. Araba sürmeye alışmak çok zaman almıyor ama çok önemli iki husus var: döner kavşağa girerken sağa değil sola dönmek gerekiyor (bizdeki uygulamanın aksine, kavşak içinde dönen aracın yol üstünlüğü olması ayrı bir konu) ve trafik ışıkları bizdeki gibi çalışmıyor. Mesela ışıklarda durdunuz ve ileri gitmek için bir ışık, sağa dönmek için de bir ışık var, fakat sağa dönüş ışığının kırmızısı yok. Düz yöndeki ışığın kırmızısı iki yönü de kontrol ediyor. Bu kırmızı söndüğü zaman sağa dönüş yeşili yanabilir veya yanmayabilir. Yanıyorsa geçiş hakkı sizin, yanmıyorsa karşıdan gelen araca yol verdikten sonra dikkatli bir şekilde geçmek serbest. Biraz kafa karıştırıcı fakat alıştıktan sonra çok da düşünmüyorsunuz. Yalnız bu uygulama bizim ülkede olsa her kavşakta ya kaza olurdu, ya da millet birbirine dalardı. Burada hiç sorun yaşandığını görmedim.

Dediğim gibi ehliyetimi hala alamadım, ehliyet alamadığım için sigorta alamıyorum, sigorta alamadığım için de araba alamıyorum, çünkü sigorta olmadan yola çıkmak yasak, çok büyük cezası var. Yeni çipli ve İngilizce basılmış ehliyetiniz bile olsa kabul etmiyorlar, tüm sürece sıfırdan girmek gerekiyor. Önce yazılı sınav var, benim yazılı sınavım COVID-19 kısıtlamaları yüzünden tam 9 ay ertelendi ve daha geçen hafta girebildim sınava (Eylül 2021). Sınavdan sonra sonuç belgesi hemen veriliyor, o belge ve göz muayenesiyle birlikte öğrenci sürücü belgesi (learner permit) alıyorsunuz. Bu belgeyle 6 ay boyunca araç sürebilirsiniz fakat yanınızda tam ehliyetini en az iki yıl önce almış birisiyle yolculuk etmeniz gerekiyor. Bu süre içerisinde de 12 saatlik bir sürüş eğitimi alıp süre sonunda direksiyon sınavına giriyorsunuz ve tam ehliyetinizi alıyorsunuz. Ondan sonra istediğiniz gibi trafiğe çıkabilirsiniz.

Tabi araba tek ulaşım aracı değil. Oldukça yaygın bir otobüs ağı var ve genelde herkes otobüs kullanıyor. Tren ve tramvay da var ama filmlerde veya dizilerde gördüğümüz gibi o muhteşem Avrupa şehirlerindeki gibi değil demiryolu ulaşımı. Daha ziyade İstanbul gibi. Ana arterlere gitmek veya uzun mesafeleri kısa sürede katetmek için kullanılabilir fakat onun dışında çok bir kullanışlılığı yok. Toplu taşıma için genellikle tren istasyonlarından alınabilen Leap Card adındaki bir kart kullanılıyor. NFC ile cep telefonunuzla para yükleyebiliyorsunuz bu karta, dilerseniz yine aynı İstanbul’daki gibi aylık (hatta çalıştığınız yer üzerinden alırsanız vergi indirimli yıllık) versiyonu da mevcut. Trenlerden inerken de kartı basmak gerekiyor (ilk basışta tam ücreti alıyor, inerken basınca gitmediğiniz kısmı iade ediyor). Bir de otobüse binerken eğer kısa mesafe gideceksiniz şoföre gideceğiniz yeri söylemeniz ve şoförün yanındaki cihaza okutmanız gerekiyor (normalde okutulan cihaz otobüse binince sağ tarafta) ki bütün yolun parasını almasın.

Şehir merkezinin biraz dışında oturuyorsanız toplu taşıma yine de yeterli olmayabiliyor, en yakın durağa ya da istasyona 10-15 dakika yürümek gerekebiliyor. Bizde de durum biraz böyle olduğundan çalıştığım şirket üzerinden işe gidip gelmek için Cycle To Work Scheme12 ile bir elektrikli bisiklet aldım. Şimdilik ofis hala kapalı olduğundan bir çocuk koltuğu aldım ve kızımı okula götürüp getirmek için kullanıyorum (hanıma da bir bisiklet sipariş ettim, gelince bu zorlu görevi ona devredeceğim). Çoğu yolda bisiklet şeridi var, pek çok insan da bisiklet kullanıyor. Ben yine de İrlandalı komşumun da telkinleriyle kızım bisikletteyken kaldırımdan gidiyorum.

Sağlık Hizmetleri

Avrupa ülkelerine bir laf söylenecekse hastanelerine laf edilir ya, o kesinlikle doğru. İrlanda da istisna değil, bizim Türkiye’deki gibi bir sağlık sistemi yok burada. Türkiye’deyken şirketim Acıbadem’den özel sağlık sigortası sunuyordu, ben de kızımı şirketin poliçesine dahil ettirmiştim (kendim cebimden ödeyerek). Evet, 3 yaşındaki bir çocuk için 5000TL biraz fazla, fakat Acıbadem hastanelerine istediğimiz gibi gidip elimizi kolumuzu sallaya sallaya çıkabiliyorduk (geceleyin mobil uygulamadan randevu alıp sabah çocuk doktorumuza gidebiliyorduk), 5 kuruş da para ödemiyorduk. Fakat burada durum öyle değil. Özel hastane pek yok, var olanlar da bizdeki özel hastaneler gibi her branşın olduğu devasa hastaneler değiller. Ama devlet hastaneleri de bizdeki gibi feci durumda değil. Öyle dolan taşan aciller yok. Zaten burada acil kavramı biraz daha farklı, olması gerektiği gibi gerçekten acil durumlara bakıyorlar. Üstelik aciller ücretsiz değil, her bir ziyaret €100. Biz çocuğu bir kere acile götürdük, ki bize göre acillik bir durumdu (pazar günü de olması nedeniyle), her ne kadar gayet iyi ilgilendiyseler de açık bir şekilde durumumuzun acil olmadığını ve böyle durumlarda acile gelmememiz gerektiğini söylediler. Eğer açık bir kanamanız, bir kırığınız ya da hayati tehlikeniz yoksa aile hekiminize (GP: General Practitioner) görünmeniz gerekiyormuş. Aile hekiminiz uygun görürse sizi hastaneye yönlendirebiliyor. Taşınma sırasında sırtımı incittiğim için bir kez GP’ye göründüm, muayene edip ilacımı verdi ve gönderdi. Ben gayet yeterli buldum, ama yine de ülkemizdeki sağlık hizmetini tercih ederdim.

Bu yazıyı yazdıktan bir kaç ay sonra eşim bahçede çocukla koşarken bileğini burktu ve düştü. Yukarıdaki olay sebebiyle acile götürüp götürmemem gerektiğine karar veremedim, bileğini kırmış da olabilirdi çünkü, epey de şişti. Onun yerine şirketimin bize yaptığı sağlık sigortası Vhi’ın hemşire danışma merkezini aradım. Telefonda eşime bazı sorular sordular, bir nevi tetkik yaptılar ve bir süre gözlememizi, durum kötüye giderse acile gidebileceğimizi, gitmezse sabahleyin kliniklerine gelebileceğimizi söylediler. Biz de öyle yaptık, sabah arayıp geleceğimizi bildirdik, bir saat sonra da gittik. İki röntgen çekildi, kırık yokmuş neyse ki. Fakat ikinci dereceden bir burkulma olduğu için walking boot ve koltuk değneği verdiler. Herşey için toplam €25 ödedik. Yaşadığımız önceki olayla karşılaştırınca oldukça sorunsuz bir süreç geçirdik. İrlanda’nın sağlık hizmetleriyle ilgili fikrim biraz değişmiş olabilir açıkcası.

Eğitim

Yazıyı yazmamın üzerinden epey bir zaman geçti ve sanırsam artık eğitim üzerine de birşeyler yazabilirim. Türkiye’deyken kızımı bir Montessori kreşine gönderiyorduk (oldukça da yüklü bir meblağ ödüyorduk). Montessori eğitiminden memnun kaldığımız için burada da Montessori okullara baktık fakat gördük ki burada Montessori ismi korunan bir marka değil ve bu eğitimi versin vermesin toddler yaş grubunun (3-6 yaş) devam ettiği tüm okullara Montessori deniyor. Neyseki benim hanım böyle konularda çok ısrarcı ve takipçi. Gerçekten Montessori eğitimi veren bir okul bulup gönderdik. Okula başladığında 4 yaşına yeni girmişti ve hiç İngilizce bilmiyordu. Üzerinden 1 yıl geçti hala aynı okula devam ediyor ve çok akıcı İngilizce konuşuyor. İlk başladığında ufak tefek sıkıntılar yaşadık, hatta bir gün öğretmeni bizi aradı sizi özlemiş çok ağlıyor dedi. Biz anlamadık, hiç İngilizce bilmiyor nasıl söylemiş olabilir ki bunu derken gidince öğrendik. Meğerse “annemi istiyorum” diye ağlıyormuş fakat öğretmeni “I miss my mom” anlamış onu. Mesele de öğretmenin tuvalete gitmesiymiş, kendini yalnız hissetmiş. Sonraları açıldı iyicene (hiç konuşmadığı için arkadaşları onu konuşamıyor zannediyorlarmış :)), arkadaşları ve öğretmeninin de canayakın davranmasıyla onlarla konuşmaya başladı. Buralı oldu biraz, biz de rahatladık.

Yalnız İrlanda’da kreşlerin şöyle bir problemi var: hiçbiri tam gün değil. Öyle bir kavram bile yok. Sabah 9’dan öğlen 12’ye çalışıyorlar. Bizim okulda ekstra para vererek kalabildiğimiz bir “afternoon club” var, 12’de değil de 13:30’da bitiyor ve o sürede çocuklar yalnızca oyun oynuyor. Okul aslında normalde ücretsiz, ECCE denilen bir programa kaydoluyorsunuz ve ilkokula gidene kadar çocuğunuzun eğitim masraflarını devlet karşılıyor. Fakat bu afternoon club okulun tasarrufunda olan birşey, ekstraya giriyor ve aylık €150 bir ücreti var. Neyseki child support var, devlet çocuğun masrafları için aylık €140 ödüyor, biz de onunla afternoon club’ı ödüyoruz.

Öte yandan örgün eğitimli okulların da başka bir problemi var ki çoğu okulda hala kız-erkek ayrı eğitim görüyor. İlkokul 3. sınıfa kadar karışık ama oradan sonra üniversiteye kadar ayrı. Okulların çoğu ya kiliseye bağlı ya da kiliseden yardım alıyor, o yüzden böyle. Neyseki buna karşı çıkıp daha modern bir eğitim anlayışını benimsemiş Educate Together okulları var. Biz de böyle bir okul bulduk, seneye oraya devam edecek. Okullarda ayrımın kalkması konuşuluyor bu sıralar mecliste fakat kanun teklifi haline gelip kabul edilse bile uygulanması en erken 2030. Dolayısıyla bu problem çözülene kadar önce okul bulup ondan sonra ev bulmakta fayda var.

Park ve Bahçeler

İlk geldiğimizde Google binasına yakın bir yerde kalıyorduk ve yürüme mesafesinde üç tane park vardı: Merrion Square Park, St Stephen’s Green ve Ringsend Park. Araba kiraladığımız dönemde Herbert Park’a ve Phoenix Park’a gittik. Phoenix Park inanılmaz büyük ve içinde bir hayvanat bahçesi bile var. Şu anda oturduğumuz yerde ise Saint Anne’s Park ve North Bull Island yürüme mesafesinde. Saint Anne’s Park 97 hektarlık alanıyla Dublin’in ikinci en büyük ve bana göre en güzel parkı. İçinde 35 tane çim saha (rugby, futbol, kriket vs için kullanılan), 18 tenis kortu, 1 tane de golf sahası var. North Bull Island ise 5km uzunluğunda 800m genişliğinde bir adacık. Oldukça geniş bir kumsalı ve kendine has bir faunası var. Kesinlikle görülmesi gereken yerlerden biri. Anlata anlata bitmez ama kısaca şunu söyleyebilirim: İstanbul’un tam tersine Dublin’de nerede oturursanız oturun, yakınlarda çocuğunuzun rahat rahat koşup oynayabileceği, keyifle bisiklete binebileceğiniz, arkadaşlarınızla top oynayabileceğiniz bir yer her zaman var.

Parklar Parklar

Ufak Tefek Meseleler

Kendi başına bir başlığı haketmese de kısaca şikayet etmek istediğim bazı konular var.

İçme suyu: Damacana su diye bir kavram yok burada. En büyük 5 litrelik şişeler var. Uzunca bir süre bunlardan alarak idare ettik fakat gördük ki bu sular çok kireçli. Çevreden öğrediğimiz kadarıyla herkes musluk suyu içiyor, en fazla filtre kullanıyor. Biz de Brita’nın filtreli su tankını aldık (sürahi diyemedim, 8 litre kapasiteli ve musluklu bir kap). Böylesi çok daha iyiymiş, hem artık suya para vermiyoruz hem de kireç şikayetimiz tamamen kalktı. Görünen o ki musluk suları çok daha iyi.

Çay: Komşu ülke İngiltere olunca insan çok iyi çaylar bekliyor ama yok, buradaki çaylar bir tür işlemden geçirilmiş çay topakları. Öyle bizim çayımız gibi yaprak yaprak değil. Ayla isminde bir Türk marketi var Dublin merkezde, oradan Çaykur Altınbaş alıyoruz.

Peynir: Ezine peyniri yok burada. Binbir çeşit peynir var, Ezine yok. Lanet gibi, Ezine dışında hiçbir peyniri yiyemiyorum. Benim gibiyseniz Dunnes’da satılan Olympus marka feta peyniri iştahınız biraz olsun dindirebilir.

Yoğurt: Yoğurt konusunda da çok seçiciyim ama arkadaş buradaki yoğurtlar da çok kötü. Yoğurtlar genellikle meyveli, sade olanları da cıvık cıvık, su gibi. Kıvam ve tat olarak bizim yoğurdun yanına yaklaşabilen bir tek Dunnes’ın Greek yoğurdu var (anlayacağınız üzere mutfak alışverişi için tercihimiz Dunnes).

Evler: İnşaat kaliteleri çok kötü. Yeni evler de, eski evler de gerçekten berbatlar. Çevremizdeki İrlandalılar da inşaat konusunda pek iyi olmadıklarını kabul ediyorlar. Çok basit bir örnek vereyim, bizim evde su ısıtmanın 3 farklı yolu var: banyo ve mutfaktaki musluklardan akan suyu evin elektrikli su tankı ısıtıyor, kaloriferin suyunu kombi ısıtıyor, duşun suyunu elektrikli batarya ısıtıyor. Bunun sonucu olarak da eşek yüküyle elektrik parası ödediğimiz yetmiyormuş gibi mutfak ve banyo musluklarından da 7/24 sıcak su alamıyoruz. Ayrıca mutfağın içinde hiçbir kalorifer yok, aynı zamanda mutfağın izolasyonu da yok. Evin tamamı hamam gibiyken mutfakta fırtınalar esebiliyor.

Ehliyet: Bu konudaki şikayetimi ulaşım başlığında zaten dile getirdim ama bir kez daha değinmeden edemedim. Yahu üzerinde herşeyin İngilizce yazdığı çipli ehliyetimi kabul etmiyorsunuz, hadi anladım, hiç olmazsa yeni ehliyeti alırken biraz kolaylık gösterseydiniz ya!

Bürokrasi: Devlet daireleri çok yavaş. Öyle böyle değil. Oturma izniniz dolsa sizi ülkenize göndermeleri en az bir yıl sürer, öyle bir yavaşlık var. Bizim ülkemizde e-devlet üzerinden bir tıklamayla veya hükümet konağında bir günde halledilebilecek işlerin buradaki yapılma süreleri 15-20 iş günü.

Dipnotlar

  1. İng. hayırsever, yardımsever 

  2. Korkusuz Korkak 1979 yapımı, başrolünü Kemal Sunal’ın oynadığı, yönetmenliğini Natuk Baytan’ın yaptığı absürd komedi türünde bir film. Filmin esas karakteri Mülayim Sert 6 aylık ömrünün kaldığını zannederek piyango biletine isabet eden ikramiyeyi umumi tuvalet yaptırmak için harcar. Kendisiyle röportaj yapan basın mensubunun “neden tuvalet” sorusuna “ben bu vakitte gelen paranın anca içine ederim” diye cevap verir. 

  3. Apple, Google, Microsoft, Facebook gibi pek çok teknoloji firmasının İrlanda’da ofisi var fakat İrlanda’nın nüfusu yalnızca 4.9 milyon (kaynak: https://www.worldometers.info/world-population/ireland-population/

  4. Uluslararası taşımada tüm eşyalar gümrükten geçeceği için gümrük kurallarına uygun olmayan bir durumun olmaması amacıyla (örneğin hiçbir sıvı, canlı bitki veya yiyecek gümrükten geçemiyor) kolileri kendileri yapmak istiyorlar, bu nedenle isteseniz de eşyaları kendiniz toparlayamıyorsunuz. Biz başta biraz çekinmiştik, fakat gayet güzel topladılar herşeyi :) 

  5. Günlük kiralık evler. Bizim memlekettekinden farkı bu evler firmalar tarafından otel gibi işletiliyor. Her hafta kirli çarşaflarınızı ve havlularınızı alıp temizlerini veriyorlar, teknik servis vb ihtiyaçlarınızla ilgileniyorlar. 

  6. Dev teknoloji şirketlerinin İrlanda’da ofis açması özellikle kiralık ev piyasasını alt üst etmiş. Buralarda yeni inşaatlara izin öyle pek kolay çıkmıyor, 4 kattan yüksek apartmanlara da neredeyse hiç rastlanmadığından dolayı maaşı üst baremden alanlar iyi evlere yüksek kiralar verip piyasayı kilitliyor. Neyse ki hükümet bu duruma bir el atmış ve Rent Pressure Zone diye birşey icat etmiş. Kiraladığınız ev böyle bir bölgedeyse kiranız belli bir sınırın üzerine çıkamıyor ve ev sahibiniz yıllık %4’ten fazla zam yapamıyor. Fakat bu durum yeteri kadar kiralık ev olmadığı gerçeğini değiştirmiyor. 

  7. İrlanda’da bankalar üç aylık hesap özetleri sunuyor. Eğer banka hesabınız henüz hazır değilse Türkiye’deki bankanızdan alacağınız son üç veya altı aylık hesap özetiniz de iş görecektir. 

  8. Şirketinizden o şirkette çalıştığınıza ve aldığınız maaşa dair bir belge almanız gerekiyor. Aslında önceki ev sahiplerinizden de referans istiyorlar fakat İrlanda’ya ilk kez gelenler için bu pek mümkün olmadığından anlayışla karşılıyorlar. 

  9. Firmanın adıyla değil, doğrudan “tech company” şeklinde. Anladığım kadarıyla emlakçılar ve ev sahipleri belli kelimeler üzerinden filtreler oluşturmuşlar ve bunlara uygun SEO yapmak gerekiyor. 

  10. İrlanda’nın ulusal polis teşkilatı. Türk polisinin aksine silah taşımazlar. 

  11. Marketten aldığınız ürünlerin hemen hemen hepsinin üzerinde geri dönüştürülüp dönüştürülemeyeceği yazıyor. Eğer “fully recycled” ise çöpünüzü yıkayıp kurutup (evet, temiz ve kuru olmalı!) geri dönüşüm kutusuna atabiliyorsunuz. Eğer “not yet recycled” ise “general waste” kutusuna gidiyor. Organik çöplerse (yiyecek artığı gibi) kompost olmak üzere organik çöpüne atılıyor. 

  12. Cycle To Work Scheme ile normal bisikletlerde €1250, elektrikli bisikletlerde €1500’ya kadar olan bisikletleri şirketiniz alıyor ve brüt üzerinden maaşınıza yansıtıyor. Böylece yaptığınız harcamanın önemli bir kısmı vergiden düşmüş oluyor (durumunuza bağlı olarak bu miktar %50’ye kadar çıkabiliyor).